MUHAMMED ŞAMİL GENÇOSMANOĞLU msgencosmanoglu@gmail.com

NEDEN BAZI İNSANLAR DOĞRU YOLU BULAMAZ?

12 Ekim 2025 Pazar 06:00

“...Herhalde yalancı ve nankör olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz.”
(Zümer Suresi, 3. Ayet – Elmalılı Hamdi Yazır Meali)

İnsanın en eski ve en temel meselesi, doğru yol üzere olma meselesidir. Doğru yolu bulmak, yalnızca bilgiyle değil; niyet ve gayretle gerçekleşen bir arayıştır.

İnsanlığın var olduğu günden bu yana esas gayesi, doğru insan olabilmek ve doğru bir yolda yürüyebilmektir. Bu yolculuk beş aşamada düşünülebilir:

  1. Doğru yola niyet etmek ve bu hedefi benimsemek,
  2. Doğru yolu aramak ve bunu dert edinmek,
  3. Doğru yolu bulmak,
  4. Doğru yolda kalmak,
  5. Ve sonunda doğru yolda ölmek.

“Doğru yol” meselesi yalnızca İslam’ın değil, insanlık tarihindeki tüm ideolojilerin ve tahrif edilmiş dinlerin de kadim bir problemidir. Bu anlamda doğruluk, evrensel bir insani meseledir. Ancak biz burada konuyu Kur’an ve sünnet perspektifinden, özellikle de Zümer Suresi’nin üçüncü ayeti üzerinden ele alacağız.

Ayetin son kısmı bize şunu bildirir:

Allah, kendisine ve insanlara karşı yalan söyleyen, kendisine bahşedilen nimetlere karşı nankörlük eden kimseleri nihai anlamda başarıya ve kurtuluşa ulaştırmaz; onları doğru yola iletmez.

Bu yazıda, ayetin tefsirsel detaylarına (nüzul sebebi, tarihsel bağlam, önceki-sonraki ayet ilişkileri vb.) girmeyeceğiz. Amacımız, ayetin bu kısmını varoluşsal ve ahlaki bir perspektiften anlamaya çalışmaktır.

Kur’an’da bir ayet kimi zaman doğrudan kâfirlere hitap eder görünse de, her ayetin mümine düşen bir payı vardır. Dolayısıyla bu ayetin de bize doğrudan söylediği bir söz olduğunu unutmamak gerekir.

İki Kavram: Nankörlük ve Yalancılık

Ayet, iki temel kavrama dikkat çeker: nankörlük ve yalancılık.
Doğru yolda olabilmek için bu iki davranıştan uzak durmak gerekir. Zira nankörlük ve yalancılık, insanı hakikatten koparan iki büyük engeldir.

Eğer bir insan nankörse ve yalancıysa, Allah onu doğru yola iletmez.

Nankörlük

Kelime anlamıyla nankörlük, “nimeti inkâr etmek”tir. Ancak bu yalnızca ahlaki bir tutum değil, deruni bir bozulmadır.
Nankörlük, nimetin sahibini unutmak, varoluşun kaynağıyla bağı koparmaktır. Nimet yalnızca maddi bir kazanç değildir; o, varlığın sürekliliğine işaret eden bir çağrıdır. İnsan bu çağrıya şükürle cevap verir, nankörlük ise bu çağrıyı reddeder.

Yaratıcısından gelen nimetleri kendi başarısının sonucu sanan insan, nankörlüğün yoluna girmiş olur. Oysa nimet, Allah’ın kuluyla kurduğu bir iletişim biçimidir. Şükür, bu iletişimin ifadesidir; nankörlükse iletişimsizliktir.

Şükrün özü hatırlamaktır, nankörlüğün kökü ise unutmaktır. Unutmak, insanın en sinsi düşmanıdır; çünkü unuttuğu her şeyin yerini benliği alır. Nankör, “Ben yaptım” der; oysa ona nefes veren, kalbini attıran, toprağa bereket ve suya hayat veren Allah’tır.

Nankörlük, yalnızca unutuş değil, bilinçli bir uzaklaşmadır; insanın kendi kendine kurduğu putun önünde secdeye kapanmasıdır.

İnsan, sahip olduğu nimetlerin farkına varmadığında nankörlük başlar. Sağlık, mal, evlat, huzur gibi nimetlerin değeri ancak kaybedildiğinde anlaşılır. Nimetin farkında olmak, şükür kapısını açmaktır. Farkında olmamak ise nankörlük kapısında oyalanmaktır.

Şükür kapısında duran insan doğru yolun eşiğindedir; nankörlük kapısında duran ise ondan uzaktadır. Çünkü hidayet, nimetin farkına varmakla başlar.

Yalancılık

Yalancılık, nankörlüğün dile gelmiş hâlidir.
Kalpteki nankörlük, dilde yalan olarak tezahür eder. Yalancı, hakikati kendi menfaatine göre eğip büker; gerçeği değil, işine geleni söyler. Ve önce kendisini kandırır. Çünkü bir kez hakikati eğdiğinde, artık hiçbir şey düz durmaz.

Nankörlük, varlığın kaynağını inkâr ettirir; yalancılık, hakikati gizletir.
Biri insanın varlık alanını, diğeri anlam alanını bozar. Sonuçta kişi hem kozmik hem de sosyal düzlemde yönünü kaybeder. İşte bu, “doğru yoldan sapmanın” ta kendisidir.

Hidayet: Hakikate İştirak Etmek

Hidayet, zorla yönlendirilmek değil; hakikate iştirak etmek, içten bir uyanışla yönünü bulmaktır. Allah insana yolu gösterir; fakat o yolda yürümek insanın iradesine bırakılmıştır.

Nankör, doğru yolda yürümeye niyet etmez; yalancı, yönünü görmek istemez. Her ikisi de kendi karanlığında, kendi yalanının peşinde kaybolur.

Hidayet, dıştan dayatılan bir yönlendirme değil; içten doğan bir arayış ve teslimiyet halidir. Allah, dileyene değil; samimi arayış içinde olana hidayet eder.

Doğru yola girmek için iki temel şart vardır:

  1. Nimeti fark etmek (şükür),
  2. Sözü terbiye etmek (doğruluk).

Nankörlükle yalancılığın ortak noktası, hakikate aykırılıktır. Bu iki özellik, insanı hidayetle bağdaşmaz hale getirir. İnsan, varlığını hakikatle hizaya getirmedikçe, Allah’ın rehberliğiyle buluşamaz.

İnsanın varoluşu şükürle başlar, doğrulukla devam eder. Şükür, Yaratana teşekkür; doğruluk, hakikate sadakattir. Nankörlük ve yalan bu iki bağı koparır; insanı hem varlıktan hem hakikatten uzaklaştırır.

Allah, nankör ve yalancıyı doğru yola iletmez; çünkü onlar zaten yolun kendisini reddetmişlerdir. Hakikat onlara eğri değildir; onlar hakikate eğrilmişlerdir.

Kalp eğrilince kelam da eğrilir; kelam eğrilince istikamet kaybolur. Böyle bir insan, Allah’ın hidayetine değil, kendi hevasına uyar.

Hidayet, hakikatin önünde eğilmekle başlar; nimetin sahibini görmek ve sözü dosdoğru söylemekle kemale erer.

Şükreden insan nimeti fark eder, nimeti büyütür; doğruluk sahibi insan hakikati yüceltir.

Şükür, minnetin dilidir; doğruluk, emanetin gereğidir.
Yol, şükürle aydınlanır; doğrulukla düzleşir.
Nankörlük karanlıktır, yalan eğriliktir.
İşte bu yüzden Allah, nankör ve yalancıyı doğru yola iletmez.

Karanlıkta eğrilik olur; ama ışıkta her şey ortaya çıkar.
Hakikat, yalnızca şükreden ve doğru söyleyen kalplerde ışıldar.

YORUMUNUZU YAZIN ...
Farklı olanı seçin:
# # # # # #