MAHMUT ALİ CENGİZ KÖROSMANOĞLU konyaalemdar@gmail.com

İKLİM KRİZİ VE MÜCADELE PARADİGMASI 1

18 Eylül 2025 Perşembe 12:29

İklim Kriziyle Mücadele, Bilgiyle ve Bilinçle Olur!

Öncelikle ilk şunu ifade etmekte fayda görüyorum; ısrarla iklim krizi, iklim değişikliğim değil. Bu söylem iklim değişikliği yok anlamında değil elbette. Şu an için ciddi bir iklim kriziyle karşı karşıyayız, bu değişikliğe dönüşür mü, bunu zamanla anlaşılacak. İklimin değişmesi bir süreç ve zaman gerektirir. Bugün için iklim değişikliği var demek ne kadar anlamsızsa, yok demekte en az onun kadar anlamsızdır. Şu an bir kriz var iklimde, bu kalıcımı değil mi, bu zamanla anlaşılacak. Bazılarının iklim değişikliği dediği şeye ben iklim krizi diyorum, siz yazıyı bu perspektiften değerlendirir.

İklim krizi artık geleceğin uzak ve belirsiz bir tehdidi değil, kapımızı çalmış, hayatımızın her anını doğrudan etkileyen somut bir gerçekliktir. Bu krizle mücadele, sadece çevrecilerin veya ilgili bakanlığın görevinden çıkmış, varoluşsal bir toplumsal sorumluluğa dönüşmüştür. İşte bu nedenle, "iklim bilinci" artık bir seçenek değil, bir zorunluluktur. Bu bilinç, tüm devlet kurumlarının ve toplumun her ferdinin benimsemesi gereken yeni bir paradigma, yani düşünce ve eylem değişikliğidir.

Bu krizle sahici bir mücadele için öncelikli adım, sağlam bir kavramsal çerçeve inşa etmektir. "Sürdürülebilirlik", "yeşil büyüme", "döngüsel ekonomi" gibi kavramların içi doğru doldurulmazsa, zihinler başıboş kalır; mefhumlar muğlaksa, mefkûreler bulanıklaşır. Kavramsal çerçeveyi doğru kuramazsak, biz fark etmeden bu krizi besleyen zemini bizzat biz döşemiş oluruz.

Son yıllarda yaşanan seller, orman yangınları, kuraklık ve aşırı hava olayları, iklim krizinin artık kapımızda olduğunu gösteriyor. Ne var ki hâlâ bu krizi bir "çevre sorunu" olarak gören, önlem almayı erteleyen veya inkâr eden bir zihniyetle karşı karşıyayız. Bu, şu çıplak hakikati gösteriyor: İklim krizi, sadece bir çevre sorunu değil, bir zihniyet sorunudur. Dolayısıyla sadece yasal düzenlemeler ve teknolojik çözümlerle sonuç alınamaz. Zihin haritası çözülmeden, tüketim alışkanlıklarımızın ve büyüme paradigmasının altında yatan felsefe değiştirilmeden, mücadele yüzeysel kalmaya mahkûmdur.

İklim krizini klasik bir çevre sorunu gibi değerlendirmek en hafif tabirle konuyu daraltmaktır. Bu kriz, modern dönemde sınırsız büyüme hırsının refahla, konforun ise mutlulukla meczedildiği bir hibrit yapılanmadır. Yani hem ekonomiyle hem kültürle meşrulaştırılmış bir faydacılık sistemidir. Bunu anlamadan meseleye sadece "karbon ayak izi" perspektifinden bakmak, olan biteni teknik bir probleme indirgemektir ki bu da asıl meselenin gözden kaçmasına neden olur.

Meseleyi sadece buzulların erimesi merkezli düşünmek, yangını suyla söndürmeye çalışmak gibidir. Oysaki asıl tehlike, yangını çıkaran kıvılcımın ta kendisidir. Bu krizin varlık zeminini kurutan ise ne sadece devlet politikalarıdır ne de elektrikli arabalardır. Gerçek mücadele, fikrî sahada verilir; zihinlerde kurulan sapkın tüketim kalıpları, ancak ilimle, hikmetle ve sanatla yerle bir edilir.

Her şeyden evvel şu hususun altı kalın çizgilerle çizilmelidir: Devletin yaptığı yasal düzenlemeler ve uluslararası anlaşmalar elbette kıymetlidir, gereklidir. Ama yetmez. Çünkü bu mesele sadece teknik ve politik bir mesele değildir. Bu, akideyle, dünya görüşüyle, değerlerle ve yaşam tarzımızla ilgili bir meseledir.

Devlet elbette politikaları ve yaptırımlarıyla mücadele edecektir, bu onun vazifesidir. Lakin işin sadece teknik boyutuna odaklanmak, hakikatin sadece bir parçasını görmektir. Oysa bizim ilim ve fikir ehline düşen vazife daha büyüktür: Kıvılcımı söndürmektir.

Bu, ciddiye alınması gereken bir şey. Ülkemizin bilim adamları, akademisyenleri, sosyologları, ilahiyatçıları ve mütefekkirleri buna kafa yormalı. Devletin politikaları yetmiyor. Burada, bu ülkenin yetiştirdiği ilim ve fikir insanlarının söylem üstünlüğünü sağlamaları gerekiyor.

Entelektüellerimiz, âlimlerimiz, mütefekkirlerimiz, öğretmenlerimiz; bu krizin nasıl ve hangi zihinsel hastalıklarla oluştuğunu teşhis edip, sahih bilgiyle, sahih bir yaşam tasavvuruyla milletin zihnini arındırma çabasına girmelidir.

Bu bilinç bireyden, yerele, yerelden topluma, toplumdan devlet kademesine ulaşması gereken bir durumdur. İklim krizinde bugün sadece devletin kanunları, yaptırımları ile düzelen toplum ve bireyi değil, önce birey sonrası toplumsal yapının bilinçlendirmek gerektiğine inanıyoruz. İklim krizini önlemek için önce bilinçli bir birey olunmalı. Bunun için gerekirse ilköğretimden üniversiteye kadar öğrenciler bilinçlendirmek gerekir. Burada birey ile toplum arasında en büyük köprü yerel yönetimlerdir. Yerel yönetimler bireylerin iklim bilincinin oluşmasına katkıda bulunmak ve bu bilinci toplumsallaştırmak zorundayız.

Bu bilginin, ezberlerin ötesine geçerek bir bilince, bir yaşam tarzına dönüşmesi gerekiyor. Çünkü iklimi yönetemeyen, geleceği yönetemez. Bu yeni paradigmayı benimseyerek, sadece gezegeni değil, ekonomimizi, sosyal refahımızı ve ulusal güvenliğimizi de garanti altına alabiliriz. Bu, hepimizin omuzlarındaki tarihi ve toplumsal bir görevdir.

Bu krizle mücadele sadece Çevre Bakanlığı'nın ya da yerel yönetimlerin işi değildir. Bu iş, akademinin, ilahiyatın, sosyal bilimlerin, fikir adamlarının, mütefekkirlerin, öğretmenlerin, sanatçıların ve medyanın işidir.

İklim krizi, artık sadece çevresel bir mesele değil, tarımın, ekonominin, göçün, toplumsal yapının ve hatta ulusal güvenliğin merkezinde yer alan bir meseledir. Dolayısıyla, tarım politikalarını da köklü bir şekilde yeniden düşünmek, yani tarımda yeni bir paradigma inşa etmek zorundayız.

Gelecek yazımızda bu paradigma üzerinde duracağız.

YORUMUNUZU YAZIN ...
Farklı olanı seçin:
# # # # # #
Haldun Yeni
Çok önemli bir konu bu iklim mevzusunun. Uzmanların konuşup halkı bilgilendirmesi gerekiyor.