İKLİM KRİZİ VE MÜCADELE PARADİGMASI 2
Yeni Paradigmanın İnşası
Yeni paradigma, “genel” değil “yerel ve kişisel” öneriler üzerine kurulmalıdır. Çiftçinin toprağı, suyu, hayvan varlığı, bitki deseni, aile yapısı gibi veriler dijital sistemlerle toplanmalı ve yapay zekâya işlenmelidir. Böylece her üreticiye özel üretim önerileri geliştirilebilir. Çiftçinin emeği boşa gitmez, kaynaklar daha verimli kullanılır ve iklim krizinin etkileri en aza indirgenir.
Eskiden tarımda “daha fazla üretim” anlayışı hâkimdi; bugün ise “doğayla uyumlu üretim” esastır. Kuraklığa dayanıklı tohumlar, su tasarrufu sağlayan sulama yöntemleri, toprağın karbon tutma kapasitesini artıracak uygulamalar bu paradigmanın merkezinde olmalıdır. Tarım artık sadece gıda üretimi değil, aynı zamanda iklim krizine karşı direncin de en önemli cephesidir. Göçlerle boşalan köyler, sadece üretim alanlarının değil, kültürün ve toplumsal hafızanın da çökmesine sebep olmaktadır. Yeni paradigma, kırsalı yalnızca “tarımsal üretim mekânı” değil, aynı zamanda sürdürülebilir yaşam alanı olarak yeniden kurgulamalıdır.
İklim krizinin dünyada gıda fiyatlarını yükselttiği, su savaşlarının ufukta belirdiği bir çağda tarım, en az savunma sanayii kadar stratejik bir alandır. Kendi tohumuna, kendi suyuna, kendi üreticisine sahip çıkan bir ülke, bağımsızlığını koruyabilir. Bu nedenle tarımda yeni paradigma, gıda güvenliğini “milli güvenlik” meselesi olarak ele almaktır.
Türkiye, savunma sanayinde dünyaya "Biz yaparız!" dedirtti. Şimdi sıra, çok daha kapsamlı ve yaşamsal olan iklim kriziyle mücadelede aynı azmi göstermekte. Bu, topyekûn bir seferberliktir. Merkezi yönetimin stratejisi, yerel yönetimlerin uygulaması ve biz bireylerin de bu zincirin vazgeçilmez bir halkası olmamızla başarıya ulaşacaktır. Gelin, savunma sanayinde gösterdiğimiz o inanç, kararlılık ve milli ruhu, iklim kriziyle mücadeleye taşıyalım. Çünkü iklim krizi, üzerinde yaşadığımız bu vatanı ve gelecek nesillerin güvenliğini doğrudan tehdit eden en büyük savaştır.
Çağımızda hiçbir iş kolu, hiçbir bakanlık, hiçbir kurumsal yapı iklimden bağımsız değildir. Her faaliyetimiz, attığımız her adım, doğrudan veya dolaylı olarak iklimi etkilemekte; iklim değişikliği ise tarımdan turizme, ulaşımdan enerjiye kadar tüm sektörleri doğrudan etkilemektedir. Dolayısıyla, iklim bilinci artık sadece çevrecilerin değil, herkesin ilgilenmek zorunda olduğu stratejik bir alandır.
Bu bilinçten yoksun her eylem, iklime zarar verme potansiyeli taşır. Yaptığımız her şey, bir çıktı olarak ya iklimi korumakta ya da krizi derinleştirmektedir. Bu yüzden milletçe, hatta tüm insanlık olarak, köklü bir iklim bilinci oluşturmamız elzemdir.
Bu bilincin somut adımlara dönüşmesi için:
1. Kurumsal Düzeyde: Tüm bakanlıkların ve yerel yönetimlerin iklim eylem planları oluşturması, karbon ayak izini azaltacak somut hedefler koyması ve tüm projelerinde iklim etki değerlendirmesi yapması gerekmektedir.
2. Eğitim Sisteminde: İlköğretimden yükseköğretime kadar müfredata iklim okuryazarlığı dersleri eklenmeli, öğrencilerin sürdürülebilir yaşam becerileri kazanması sağlanmalıdır.
3. Tarım ve Gıda Sektöründe: Kuraklığa dayanıklı tohum kullanımı yaygınlaştırılmalı, suyun verimli kullanıldığı damla sulama sistemleri desteklenmeli ve teşvik edilmelidir.
4. Enerji Politikalarında: Yenilenebilir enerji yatırımları artırılmalı, kömür gibi fosil yakıtlara bağımlılık azaltılmalı ve enerji verimliliği özendirilmelidir.
5. Şehir Planlamasında: Toplu taşıma yatırımları önceliklendirilmeli, bisiklet yolları artırılmalı, yeşil alanlar korunmalı ve betonlaşma sınırlandırılmalıdır.
6. Bireysel Düzeyde: Tüketiciler bilinçlendirilmeli, geri dönüşüm alışkanlığı kazandırılmalı, israfı önleyecek kampanyalar düzenlenmelidir.
Yaptığımız her şey, bir çıktı olarak ya iklimi korumakta ya da krizi derinleştirmektedir. Bu nedenle, her birey, her kurum ve her ülke kendi iklim sorumluluğunu tanımlamak ve yerine getirmek zorundadır. Aksi halde iklim krizi yalnızca çevresel değil; ekonomik, sosyal ve insani bir felakete dönüşecektir.