Geri çekilen seyyanen zam kararı, gündeme düştüğü ilk andan itibaren bir hafta boyunca nahoş tartışmaların yapıldığı konu haline geldi... Zammın verileceği kesim haricinde Allah'ın hiçbir kulu sevinmedi buna. Çünkü yersiz bir karardı ve adil değildi.
Adil denince "Adil Düzen" fikri ve oradan da bu fikrin ilk banisi ve savunucusu rahmetli Erbakan gelir akla. Konu seyyanen zam olunca da başbakanken Erbakan'ın bol keseden verdiği zamları hatırlar insanımız. Erbakan'ın o günkü uygulamasından hareketle kimisi bugün belli kesime verilen seyyanen zammı haklı bulurken kimi de haklı olarak der gelirli kesim neden gözetilmedi diyerek veryansın etti. Halbuki o gün verilen zammın da bugünkü seyyanen verilen zam gibi yanlış bir tarafı vardı:
Erbakan hükümeti memura o gün yüzde 50 oranında zam verirken ordu mensubuna ise yüzde 75 oranında zam vermişti. Bu da milletin hoşuna gitmemişti haliyle. Haksızlık vardı çünkü. Adalet zedelenmişti bir kere. Adil Düzen savunucusuna yakışmamıştı. Zedelenen her adalet zulüm demekti. Bu zulüm de cezasını da dönemin hükümeti 75 oranında zam verdiği kesimin eliyle darbe olarak buldu.
Milletin ahı tutmuştu.
O günkü hükümet, zam konusunda oluşturulan komisyonlarda ısrarla "önce ver, sonra kaynağını bulursun" mottunu ön planda tutmuştu. Bugüne geldiğimizde ısrarla Erbakan'ın Allah'a itaat manasına kullandığı "İman varsa imkan da var" sözünü amacından saptırıp mevcut hükümetimizin yönetim anlayışını zora sokmak isteyen bir kesimin bu sloganı amacından saptırarak Allah adına haksızlığa kılıf için kullandığını görüyorüm.
Bu noktada bu sözü "iman varsa feraset de var" şeklinde ifade edelim ve diyelim ki mümin haksızlığı asla kabul etmez.
Rahmetli Erbakan'ın döneminde ordu, peygamber ocağı özelliğini çoktan yitirmişti...Ordu, batının istekleri doğrultusunda yaptığı darbelerle ülkemizin kalkınma hamlelerini hep boşa çıkarıyordu. Milletle barışık değildi. Milletin örf, adet ve diniyle savaş halindeydi. İrtica yaftasıyla müslüman halka etmediği zulüm bırakmamıştı. Bir kere örtüsüyle kızlarımız okuyamıyordu. Örtülü kimse memur olamıyordu. İmam hatip liselerine katsayı zulmüyle üniversitelere girişi engellenirken Kur'an kursları bir bir kapatılıyordu. Onunla da kalınmamıştı işledikleri şenaatlerinin bin yıl süreceğini şubatın en soğuk havasında ve sabahın alaca karanlığında yürüttükleri tankların paletlerinden çıkan sinir bozucu seslerle ilan ederek halkı sindirip Erbakan hocaya parmak sallıyorlardı.
Zam ile yapılan zulüm post modern darbeyle taltif edilmiş gibiydi sanki. Bu manzarayı rahmetli Erbakan'a alnından boncuk boncuk akan terlerle izlettiriyorlardı. Yetmemişti ki şereften yoksun, asalet nedir bilmeyen, soysuz denecek kadar çukurlaşan bir yüzbaşı küfrediyordu Başbakan'a hem de yüzüne karşı. Bir diğeri Başbakan'ın davet ettiği sofraya utanmadan rakı servisi istiyordu; arlanmadan nasibi olmayan utanmaz yüzüyle.
Sonuç, onbir ayda ülkenin ekonomik seviyesini yükselten bir Başbakan koltuğundan edilmişti.
"İman varsa imkan da var" sözün doğruluğu Allah'a kullukta sınır tanımamanın ifadesiyken bunu "mümin ferasetli olur" hakikatini gölgede bırakacak şekilde dile getirmek asla kabul edilemezdi.
O gün feraset ön planda olsaydı gelecek tehlike önceden sezilirdi. Ona göre önlem alınırdı. Millet böylece tehlikelere maruz kalmazdı.
Bugün üst bürokratlara ihtiyaçtan hali, keyfi sebeplerle verilen seyyanen zammı da bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.
Dün, müslümanlar adına tüm karşı çıkışlar Erbakan'a alenen yapılırken bugün bu karşı çıkışlar Erdoğan'a gizli kapılar ardından yapılıyor.
Neden mi?
Dünün hatalarından ders alınarak alınan önlemler sebebiyle.
Bugün feraset devrede.
Ne yaptı Erdoğan?
Devletin, milletin menfaatine dönük icraatlarına mani olacak bütün köstebekleri gizlendikleri yerden zamanında, tek tek ve sırasıyla çıkartmanın planını yaptı. Bu bir feraset örneğiydi. Haliyle feraseti, sabırlı olmasını gerektiriyordu. Attığı tohumların filizlenmesi buna bağlıydı çünkü. Sabreden derviş muradına eriyordu artık.
Bu dönemde her şey istenildigi gibi gitse de iki yüzlülerin nifak sorunu devam ediyordu.
Bu nifak 15 Temmuzdan sonra daha derinlere indi ve daha tehlikeli bir hale evrildi. Çünkü senden görünenlerin gülen yüzlerinin arkasında nefret ve kin vardı.
Bunların çoğu maalesef devlet kademelerinin en tepe yerlerindeydi. Buna mukabil gerçek yüzleriyle hareket edenlerin bu tepelerdeki oranı yüzde onların çok gerisindeydi.
Tepedeki o yüzde doksanlar belli ki ülkenin Cumhurrbaşkanına halkın yaşadığı gerçekleri tam yansıtmıyordu. Tepelerden bakışların doğası gereği enginler pek görünmediğinden bir çaba gerekir görmek için. Millete kasti olan kimi tepegözler görmemek için çabalar, kimi de tepenin gereği oluşan rehavetin keyfini çıkarır. Halktan kopuşlar da böyle başlar.
İçimizde karanlık yüzlerin hala var olduğunu ve dumanlı havaları çok sevdiklerini biliyoruz.
Kritik bir dönemden geçiyoruz. Ülke olarak elde ettigimiz güçle çok önemli bir seviyeye ulaştık... Sözüne itibar edilen bir devlet durumuna geldik. Bu gücümüzden rahatsız olanların sayısı hiç de az değil. Bu azgın çoğunluk hala güçlü ve hükümetin icraatlarını gölgelemek hatta bunları hic mesabesinde gösteren algılalarla halkı manipüle edebiliyorlar.
Özellikle de tüm dünyada pandemiyle başlayan ekonomik krizleri sanki sadece Türkiye'de varmış gibi lanse etmelerini, bununla da yetinmeyerek kendilerine bağlı firmaların bilhassa gıda fiyatlarında yaptıkları fahiş zamlarla halkı hükümete karşı kışkırtmaya yönelik verdikleri mücadelekerini göz önüne bulundurduğumuzda ekonomik bir savaşla karşı karşıya olduğumuzu daha net görürüz. Bir patatesle soğan üzerinden oynanan oyunları unutmuş değiliz.
Tüm bunlara rağmen hükümetimiz sabır ve teanniyle oyunları tek tek bozarken, geçim sıkıntısını kaşıyanların yaralara tuz basma girişimleri de devam ediyor. Özellikle emeklilerin maaşlarında beklenilen iyileştirmeye yönelik hiçbir girişimde bulunulmadıği bir dönemde, zaten maaş durumu iyi olan bürokratlara ayrıca verilen seyyanen zam, pimi çekilen bomba gibi çıkıverdi karşımıza. Patlaması engellenmeseydi toplum büyuk bir kaosa sürüklenecekti. Dün kaos çıkaran askerlerin yaptığını bugün siyaset eliyle yapmaya yeltendiler.
İşte tepede olan o birilerine çok dikkat etmek gerekir.
Şunu da unutmayalım Erdoğan'la yürüyen Ak Partililer olduğu gibi AKP'liler de var ve bunlar bir hayli fazla.
İmralı görüşmesini duygusal bağlamda ele alarak milleti provake eden polisin eylem biçimi ne kadar tehlikeliyse seyyanen verilmesi talep edilen zamm meselesi de biçim olarak o kadar tehlike arz etmiştir.
Zararın neresinden dönülürse kardır prensibince seyyanen zamm kararından dönülmesi büyük bir felaketi önlemiş oldu.
Umulur ki bu zarardan dönüş emekli maaşına yapılacak iyileştirmelerle kara dönsün.
Bir musibet bin nasihate bedeldir çünkü...
Mustafa Salim
06 Aralık 2015, Ankara